1.
Sözcüğün
türü, görevi, işlevi, çeşidi sorulursa sözcüğün isim mi, zarf mı, sıfat mı,
zamir mi, edat mı? Olduğuna bakılacağını;
2.
Sıfatların
isimleri, zarfların genellikle fiilleri nitelediğini
(güzel kız: sıfat; güzel konuş:
zarf );
3.
Sıfatların
mutlaka ilgili olduğu isimden önce gelmesi gerektiğini ( kötü insan: sıfat);
4.
Niteleme
sıfatlarının önündeki isim düşerse sıfatın adlaşmış sıfat olduğunu ( kötülerle
arkadaşlık yapmayın: adlaşmış sıfat)
5.
Yüklemi
ekeylem almış fiilimsiden oluşan cümlelerin isim cümlesi olduğunu (Tek amacım,
sizleri gelecekte iyi yerlerde görmektir.)
6.
İsmin
–e , -de ,-den hal ekleriyle biten öğelerin genellikle dolaylı tümleç olduğunu,
ismin –i haliyle biten öğenin her zaman belirtili nesne olduğunu, 3. tekil
iyelik ekiyle ( -(s) i) biten öğenin özne olduğunu
Örnek:
Yolda gördüm: Dolaylı tümleç
Bahçeyi gezdim: Belirtili nesne
Babası geldi: Özne
7.
–den
ekiyle biten öğe cümleye bir sebep anlamı katarsa o öğenin zarf tümleci
olduğunu (hastalandığından gelemedi:
Zarf Tümleci);
8.
De ve –den çekim eklerinin sıfat
tamlaması kurduklarında yapım eki özelliğini kazandığını (sıradan insanlar, candan arkadaşım, gözde öğrenci:
önündeki isme “nasıl” sorusunu yöneltebiliyoruz öyleyse altı çizili ekler sıfat
yapmıştır ve bu yüzden artık yapım ekidir.);
9.
İyelik
eklerinin bir ismin sonuna gelerek onun kime ait olduğunu bildirdiğini, iyelik
eklerini daha kolay bulabilmek için ismin başına “benim, senin, onun, bizim,
sizin, onların” getirebileceğimizi (kitabım, yavrusu…);
10.
İyelik
eki almış bir isimin başında iyelik
zamiri (benim, senin, onun…)
kullanılmamışsa bunların tamamının “tamlayanı düşmüş isim tamlaması” olduğunu (pantolonum, annesi…) ;
11.
Her – im ekinin aynı ek olmadığını
Örnekler:
Telefonum
nerede? : 1.tekil iyelik eki “benim telefonum”,
Çok
iyiyim: Ekfiilin geniş zamanı; çünkü isme
gelmiş ve onu yüklem yapmıştır,
Bizim
çocuklarımız:
tamlayan eki,
Ölümden
korkma: fiilden
isim yapım eki
Yanına geleceğim: Şahıs ekidir, bütün şahıs ekleri
mutlaka kip ekinden sonra gelir.
12.
İsim
(ad) tamlamalarında ilk sözcüğe tamlayan ikinci sözcüğe tamlanan dendiğini
Örnek:
(yüreğinin
sesi )
Tamlayan Tamlanan
13.
İsim
tamlamalarında tamlayanla tamlananların yer değiştirebileceğini
Örnek:
İçini gıdıklıyordu bütün
erkeklerin
Tamlanan
tamlayan
14.
Belirtili
isim tamlamalarında her iki unsurun da ek aldığını ve tamlanana “neyin, kimin”
sorularını yöneltebildiğimizi (bahçenin kapısı: neyin kapısı)
15.
Belirtisiz isim tamlamalarında sadece
tamlanan 3.tekil kişi iyelik eki aldığını tamlayanın hiçbir ek almadığını ve
hem daha kolay bulabilmek hem de sıfat tamlamalarıyla karıştırmamak için
tamlanana “ne” sorusunu sorduğumuzu (bahçe kapısı: ne kapısı?);
16.
Belirtili
ad tamlamalarında araya sıfatların girebileceğini ya da tamlayanın sıfatlarla
nitelenebileceğini (Sütçü İmam’ın kahraman torunları );
17.
–İn
tamlayan ekinin yerine bazen –den ekinin de kullanılabileceğini
(aşağıdakilerden hangisi…);
18.
Takısız
isim tamlamalarında iki unsurun da ek almadığını
19.
Tamlanan neye benzediğini ya da neyden
yapıldığını, ayrıca sıfat tamlamalarıyla karıştırmamak için araya “den” ya da
“gibi” getirmemiz gerektiğini (altın (dan) yüzük ,ipek (gibi) saç )
Takısız isim tamlamalarıyla
niteleme sıfatlarını birbiriyle karıştırmayın, niteleme sıfatlarının arasına
“gibi” “den” getiremezsiniz.
(yorgun adam: sıfat tamlaması );
20.
Bir
sıfatın birden çok adı niteleyebileceğini (yeni ev ve araba );
21.
Bir
ismin birden çok sıfatının olabileceğini (zeki, çalışkan, dürüst, bir
öğrenciydi);
22.
Kurallı
birleşik sıfatların , -lı, -li eki almış sıfat tamlamalarının ismi
nitelemesiyle ve sıfat tamlamasında isimle sıfatın yer değiştirmesi ve isme
getirilen 3. t.k. iyelik ekini almış söz grubunun ismi nitelemesiyle oluştuğunu
Örnek:
Uzun
saç: Sıfat Tamlaması
Uzun
saçlı erkek: Birleşik Sıfat
Bozuk yol: Sıfat Tamlaması
Yolu
bozuk köy: Birleşik Sıfat
23.
Belirtisiz
isim tamlamalarının da sıfat olarak kullanılabileceğini (altın sarısı saç );
24.
Zamirlerle
de isim tamlaması kurulabileceğini (benim üniversitelerim, senin dünyan, kendi
insanlarımız, kimin nesi)
25.
Geçişli
fiillerin yani neyi, kimi sorularını yöneltebildiğimiz fiillerin kılış fiili
(atmak, delmek, açmak),
26.
Bir
hareket bildiren, geçişsiz olan ve hareketin kişinin kendi isteğiyle
gerçekleştiğini ifade eden fiillere durum fiili (yürümek, güldü, oturmuş)
27.
Bir
hareket bildirmeyen, eylemin kişinin
kendi isteği dışında gerçekleştiğini ifade eden ve geçişsiz olan fiillere oluş
fiili (kararmak, sararmak, solmak, büyümek) dendiğini
28.
Fiil
kiplerinin haber kipleri (-di, -miş,-yor, -ecek , -ar,-mez) ve dilek kipleri
(-ayım, -alım, -a ,-malı, emir ekleri) olmak üzere ikiye ayrıldığını;
29.
Basit
zamanlı fiillerin tek; birleşik zamanlı fiillerin iki kip eki aldığını (gelmiş:
basit zamanlı ~ gelmişti: birleşik zamanlı)
30.
Bir
fiil birleşik zamanlı ise orada mutlaka bir ekfiilin olduğunu (çalışmalıymışım
~çalışmalı imişim);
31.
Bir
cümlede eğer isim soylu bir sözcük yüklem olmuşsa orada mutlaka bir ekfiilin
olduğunu (sınıf temizmiş, her şeyim sensin, bu yaptıklarım senin içindi, o da
iyidir.);
32.
Fiil
çatısı denince, fiillerin özne ve nesneye göre aldığı durumun sorulduğunu;
33.
Öznesine
göre fiil çatısının etken, edilgen, dönüşlü, işteş olarak dört grupta
incelendiğini;
34.
Bir
fiilin edilgen olabilmesi için mutlaka –l ,-n çatı eklerini alması gerektiğini
ve öznesinin (eylemi yapanın) belli olmaması gerektiğini (Sokaklar temizle-n-di)
(kim tarafından temizlendi? Cevap yok)
35.
Bir
fiil edilgen çatılı ise öznesi mutlaka sözde öznedir. (çaylar içi-l-di )
(çaylar: sözde öznedir)
36.
Bir
fiilin dönüşlü olabilmesi için –l, -n çatı eklerinden birini alması, öznenin
belli olması ve kendi kendine olma anlamı vermesi gerektiğini (kadın aynanın
karşısında süsle-n-di ) (kadın: gerçek özne)
37.
Bir
fiilin işteş çatılı olabilmesi için “–iş” çatı ekini mutlaka alması, öznenin en
az iki kişi olması ve eylemin birlikte ya da karşılıklı yapılma anlamı vermesi
gerektiğini (çocuklar döv-üş-tü: karşılıklı ~ kadınlar gül-üş-tü: birlikte);
38.
Etken
fiillerin öznesinin belli olduğunu yani öznesinin gerçek olduğunu ve –l , -n
,-ş çatı eklerinden birini almaması gerektiğini ( çocukları dövdü)
39.
Fiillerin
nesnesine göre “geçişli, geçişsiz, oldurgan, ettirgen” olduğunu,
40.
Bir
fiillin başına “onu” zamirini getirebiliyorsak o fiilin geçişli, getiremiyorsak
geçişsiz olduğunu (“ sevdi” geçişli bir fiildir; çünkü “onu sevdi”
diyebiliriz.) (“oturdu” geçişsiz bir fiildir çünkü “onu oturdu” diyemiyoruz. yani geçişliler nesne alabilirken
geçişsizler alamıyor);
41.
Geçişsiz
bir fiilin –r , -t ,-tır ekleriyle geçişli yapılabileceğini ve geçişsizken
geçişli yapılan bu fiillere oldurgan fiil dendiğini (adamı öl-dür-dü)
42.
Geçişli
fiillerin –t, -tır, -r ekleriyle yeniden geçişli yapılarak geçişlilik
derecesinin artırılabileceğini ve bu tür fiillere “ettirgen” çatılı fiiller
dendiğini(Bir de kitap al-dır-dı. );
43.
Sıfat
fiil, zarf fiil ve isim fiil eklerinin üçüne birden fiilimsi (eylemsi) dendiğini
Sıfat
Fiil Ekleri:
an-ası-mez-ar-dik - ecek –miş
Zarf
Fiil Ekleri:-arak, -ıp ,-madan, -ınca, -dıkça, -dığında…
İsim
Fiil Ekler: - ma ,-ış ,-mak
44.
Her
-acak, -mez , -ar ,-miş eklerinin sıfat fiil olmadığını, sıfatfiil olabilmesi
için genellikle sıfat tamlaması kurması gerektiğini, söz konusu ekler eğer
temel cümlede fiili yüklem yapmışsa zaman ekleri olduğunu ( geçmiş günleri yad
ettik: sıfat fiil eki) (günler ne çabuk geçmiş: geçmiş zaman eki)
45.
Bir
cümlede kaç tane fiilimsi varsa o kadar yan cümle olduğunu (bir gülüşün ölmem
için yetecek: iki fiilimsi eki olduğu için iki yan cümle vardır.);
46.
Bir
cümlede eğer fiilimsi varsa o cümlenin girişik birleşik bir cümle olduğunu ve
cümle yapısına göre sorulursa önce şıklarda fiilimsi olup olmadığına
bakacağımızı
Örnek: gülerek
yanıma geldi: girişik birleşik bir cümledir; çünkü –erek
fiilimsisi ekini
almıştır.
47.
Birleşik
fiillerin iki fiilin birleşmesinden ( öpüver, bakakaldı, yapabildi…), bir
isimle bir yardımcı fiilin birleşmesinden ( mutlu olmak, fark etmek, emretmek,
etkili kılmak…) ya da deyimin cümlede yüklem olmasıyla (baltayı taşa vurdu)
oluştuğunu;
48.
Fiil
kipinde anlam kaymasının bir zaman ekinin ya da dilek kipinin bir başka zaman
eki ya da dilek kipi yerine kullanılması olduğunu ( Sabahları yürüyorum
(yürürüm) ,Nasrettin hoca eşeğe ters biner (binmiş) );
49.
Yapım
eki almamış sözcüklerin basit (geldi, çaylar ,seviyorum..), yapım eki almış
sözcüklerin türemiş ( taşlık, ışık, sevgi…) olduğunu ;
50.
Yapım
eklerinin sözcüğün anlamını ve türünü değiştirdiğini (uç-ak, göz-lük, çiz-gi );
51.
Çekim
eklerinin sözcüğün anlamını ve türünü değiştirmediğini, adlara gelen çekim
eklerinin durum ekleri,
iyelik ekleri, çoğul eki, tamlayan eki; fiile gelen çekim eklerinin ise kip ve
şahıs ekleri olduğunu;
52.
İkili
kökün (ortak kök, kökteş) anlam değişikliği olmadan hem isim, hem fiil kökü olarak kullanılabilen
kökler olduğunu (Boya aldım: isim) (evi boyamış: fiil )
53.
“Ortak
köklü” sözcüklerle “sesteş, eşsesli” sözcüklerin farklı olduğunu, sesteş
sözcükler arasındaki ses benzerliğinin tesadüfi olduğunu ve aralarında hiçbir
anlamsal bağ olmadığını oysa ortak köklü sözcüklerde anlamsal bağ olduğunu
( Gül: “Gül.” dedi bülbüle: Bu
cümlede geçen ilk “gül” sözcüğü isimdir, ikincisi ise fiildir; dikkat
ettiyseniz aralarında hiçbir anlamsal bağ yok, öyleyse bunlar sesteş)
54.
İkilemelerin
ve edat öbeklerinin de sıfat, zarf, isim olarak kullanılabileceğini ( çocuk
gibi ağlıyordu: edat öbeği zarftır.
Deste deste para: ikileme
sıfat görevindedir);
55.
Cümle
öğelerine ayrılırken önce yüklemin tam ve doğru olarak bulunması ve hemen
ardından yükleme “kim, ne” sorularını yönelterek öznenin
bulunması gerektiğini, özne bulunmadan nesnenin bulunmaması gerektiğini;
56.
Cümlenin
öğeleri bulunurken isim tamlamalarının, sıfat tamlamalarının, deyimlerin,
ikilemelerin, birleşik sözcüklerin bölünemeyeceğini;
57.
Anlatım bozukluğu sorularında;
a)
Cümlenin dil bilgisi kurallarına uygun olup olmadığına,
b)
Ortak öğelerden kaynaklanan bir yanlışlığın olup olmadığına,
c)
Tamlama yanlışlarına,
d)
Yan cümlenin yüklemi ile asıl yüklemin çatı uyumuna,
e)
Sözcüğün cümlede doğru yerde kullanılıp kullanılmadığına,
f)
Bir sözcüğün yanlış anlamda kullanılıp kullanılmadığına,
g)
Sözcükler ya da düşünceler arasındaki anlam çelişkisine,
h)
Cümlenin duru, akıcı, açık olup olmadığına ve gereksiz sözcük olup olmadığına,
i)
Özne- yüklem uyumuna bakılacağını;
58.
Duru
cümlenin içinde gereksiz sözcük bulunmayan cümle olduğunu
59.
Akıcı
cümlenin kolay okunur, anlaşılır bir cümle olduğunu
60.
Yalın
cümlenin söz sanatlarından arınmış cümle olduğunu
61.
Ara
sözlerin iki virgül, iki kısa çizgi ya da iki parantez arasında söylenen
açıklama niteliğinde bir söz olduğunu ve ara sözün cümleden çıkartıldığında
cümlenin anlamının bozulmadığını
(Ayşe, evin en büyük olanı, dün
gelin oldu.);
62.
Ara
sözün görevi sorulduğunda aslında cümlenin hangi öğesini oluşturduğunun
sorulduğu (Yukarıdaki cümlede ara
söz özne görevindedir.);
63.
Eksiltili
cümlenin yüklemi söylenmemiş cümle olduğunu (Karşımıza birdenbire çıkıveren bir
deniz…);
64.
Cümlenin
kuruluşuna (dizilişine) göre ya kurallı (düz) ya da kuralsız (devrik) olduğunu,
yüklemi sondaysa kurallı, sonda değilse devrik olduğunu
Yarın size geleceğim: kurallı
Yarın geleceğim size: devrik
65.
Bir
cümlenin yükleminde, “-me, -ma, -mez, -maz, -sız, -siz ekleri ya da “yok” ,
“değil” sözcükler varsa o cümlenin olumsuz bir cümle olduğunu;
66.
Sözcüklerin
yanlış yazılmasının, sözcüklere getirilen eklerin yanlış olmasının yazım
yanlışı olduğunu;
67.
Özel
isimlerin hepsinin büyük harfle başlaması gerektiği; aksi taktirde bir yazım
yanlışlığı yapılmış olacağını (Yaban, Milliyet gazetesi, Karabaş, Meydan Mahallesi, Kenan)
68.
“f,s,t,k,ç,ş,h,p”
sert ünsüzleriyle biten bir sözcüğe “c,d,g” yumuşak ünsüzüyle başlayan bir ek
getirildiğinde bu ünsüzler eğer “ç, t, k” ye dönüştürülmezse orada bir yazım
yanlışı yapılmış olacağını ve bu dönüşümden sonraki ses olayına ünsüz
benzeşmesi (sertleşmesi) dendiğini
(kitapcı:
yanlı ~kitapçı: doğru ve aynı zamanda bir ünsüz benzeşmesi vardır)
69.
“p,ç,t,k”
sert ünsüzlerle biten kelimelere ünlüyle başlayan bir ek getirildiğinde bu
ünsüzlerin yumuşadığını buna da ünsüz yumuşaması dendiğini, özel isimlerde bu
yumuşamanın olmadığını ( ağaç –ı ~ ağacı, Zonguldak’ı )
70.
Özel
adlara, sayılara, kısaltmalara getirilen çekim eklerinin kesme işaretiyle
ayrılması gerektiğini; aksi taktirde bir yazım yanlışlığı yapılmış olacağını
(Ayşe’yi, TDK’nin,5’te)
71.
Bağlaç
olan “de, da” nın ayrı yazıldığını, kesinlikle “te,ta” biçimi
olmadığını, cümleden çıkartıp cümleyi yeniden okuduğumuzda cümlenin yapısının
bozulmadığını (Sana kitap da alacağım.) ;
72.
Özel
isimden sonra gelen “de, da”
bağlacının kesinlikle kesme işaretiyle ayrılmayacağını( sizinle Ahmet de
gelecekti.);
73.
“ki”nin
çekimli bir fiilden sonra geliyorsa bağlaç olduğunu ve mutlaka ayrı yazılması
gerektiğini (duydum ki unutmuşsun gözlerimin rengini)
74.
“ki”
eklendiği isimi sıfat yapmışsa yani önündeki isme “ hangi”
sorusunu yöneltebiliyorsak o -ki’nin
sıfat yapan “-ki” olduğunu, sıfat yapan –ki’lerin genellikle –“da ,-de” ekinden
sonra geldiğini ve bitişik yazıldığını (duvardaki resim: hangi resim;
üzerindeki elbise: hangi
elbise? );
75.
“ki”
eğer bir ismin yerini tutmuşsa ve “ki” den sonra “ler” çokluk ekini getirebiliyorsak
o “ki”nin ilgi zamiri olduğunu ve bitişik yazılması gerektiğini (Seninki geliyor ~ Seninkiler geliyor);
76.
“mi”
soru edatının her zaman ayrı yazıldığını, hangi ögeden sonra geliyorsa o ögeyi buldurmaya yönelik olduğunu,- ma ,-me olumsuzluk ekinin darlaşmış biçimiyle
karıştırmamak gerektiğini
Siz
mi geleceksiniz? : soru ekidir ve özneden sonra
geldiği için özneyi buldurmaya yöneliktir.
Beni
niçin dinlemiyor? : Burada –me olumsuzluk ekinin
darlaşmış biçimidir ve bitişik yazılmalıdır.
77.
Büyük
ünlü uyumuna “kalınlık –incelik uyumu” , küçük ünlü uyumuna ise “düzlük
–yuvarlaklık uyumu” dendiğini;
78.
İçinde
cümleyi kuran kişinin yorumu, beğenisi olmayan, herkesçe kabul edilen
yargıların “nesnel” ; kişinin kendi beğenisini, yorumunu dile getiren ve
kanıtlanamayan yargılara ise “öznel” dendiğini (Dünyanın en uzun nehri Nil nehridir: Nesnel ) (Nil’i seyretmeye doyum olmaz:
öznel )
79.
Bir
sanatçının anlatım biçimiyle ilgili cümlelere üslup cümlesi dendiğini (Yazar,
bu romanında uzun cümleler kullanmış, yöre insanının konuşma dilinden
yararlanmıştır.);
80.
“Dolaylı
anlatım”la “dolaylama” nın farklı
kavramlar olduğunu;
81.
Birinin
cümlesini hiç değiştirmeden kendi cümlemiz içinde aktarmaya “doğrudan anlatım”
,birinin sözünü kendi cümlemiz içinde eriterek, az çok değiştirerek vermeye
“dolaylı anlatım” dendiğini (Öğretmenim:“Bu olmamış.” dedi. :doğrudan anlatım)
(Öğretmenim bunun olmadığını söyledi.
82.
Tek
bir sözcükle anlatılabilecek bir sözcüğün birden çok sözcükle anlatılmasına
“dolaylama” dendiğini (Bu yıl bacasız sanayinin yüzleri güldüreceği söyleniyor:
Turizm kastedilmiş)
83.
“İçin”
edatının “-mek için” şeklinde kullanıldığında “amaç- sonuç” ; “-dığı için”
şeklinde kullanıldığında “ neden – sonuç” bildirdiğini
Seni
görmek için geldim: amaç-sonuç
Çalışmadığı için kazanamadı: neden-
sonuç
84.
Belgisiz
zamir ve sıfatların iki sözcükten oluştuğu durumlarda bitişik yazılması
gerektiğini (birkaç insan, biraz sevgi, birtakım medya…);
85.
“Etmek,
olmak” yardımcı fiilleriyle oluşmuş birleşik fiillerde isim unsurunda bir ünlü
düşmesi ya da ünsüz türemesi olmuşsa bitişik, olmamışsa ayrı yazılması
gerektiğini
(reddetmek, emretmek, terk etmek);
86.
Birleşik
fiillerde isim unsuru tek başına kullanılamıyorsa düşüm olmasa dahi bitişik
yazılması gerektiğini (defetmek,
defol, vazgeçmek …);
87.
Ünlü
daralması sorulunca önce –yor ekini arayacağımızı kelimeden –yor’u çıkartınca
daralma olup olmadığını anlayabileceğimizi, daralma olabilmesi için mutlaka
–yor ekinin olması gerektiği; ancak her –yor ekinin olduğu yerde daralma
olmayabileceğini (bekliyor
~ bekle-yor: ünlü daralması var) ( seviyor
~sev-iyor: daralma yok );
88.
Dilimizde
sadece “de-” ve “-ye” fiillerinde -yor
eki olmadan da daralma olabileceğini. (diye, yiyecek);
89.
Virgül
ve noktalı virgülden sonra gelen sözcüklerin –özel isim değilse- küçük harfle,
diğer noktalama işaretlerinden sonra gelen sözcüklerin büyük harfle başlaması
gerektiğini (Kuşlar gibi uçmayı, balıklar gibi yüzmeyi öğrendik; ancak çok
basit bir sanatı unuttuk: İnsanca yaşamayı…)
90.
Sıfat
ve isim tamlamalarında tamlayanla tamlanan arasına virgül getirmenin bir
noktalama yanlışlığı olduğunu;
91.
-ip,
-ıp, -up, -üp bağfiil (zarf fiil) ekini almış fiillerden sonra virgül
getirilemeyeceğini (kitaplarını alıp çıktı) ;
92.
“ Mademki, halbuki,
sanki, oysaki” sözcüklerinden sonra
gelen “ki”lerin bağlaç olduğu halde kalıplaştığı için bitişik yazılması
gerektiğini;
93.
Dilimizde
üç ayrı türde “o” sözcüğünün olduğunu;
94.
“O”
sözcüğü, bir ismin önüne gelir ve önündeki isme “hangi” sorusunu
yöneltebilirsek buradaki “o” nun işaret sıfatı olduğunu ( o insanlarla konuşma)(
hangi insanlar?)
95.
“O”
sözcüğünden sonra –lar ekini getirebiliyorsak buradaki “o”nun zamir olduğunu,
bu zamirin eğer bir insanın yerini tutarsa “şahıs zamiri” ,insan dışı bir
varlığın yerini tutarsa “işaret zamiri” olduğunu (Onlar mı söyledi? şahıs
zamiri) (o çok acı olmuş. :işaret zamiri)
96.
“Niçin”
sözcüğünün her zaman soru zarfı olduğunu, niçin anlamında kullanılan “ne,
neden, niye, ne diye” sözcüklerinin de soru zarfı olduğunu;
97.
Türkçede
soru zarfı, soru zamiri, soru sıfatı ve bağlaç olmak üzere dört çeşit “ne”
olduğunu,
a) “ne” sözcüğü “niçin” anlamında
kullanılmışsa soru zarfıdır. ( Yüzüme ne bakıp duruyorsun?)
b) Önündeki
ismi belirtmişse, yani önündeki isme “hangi” sorusunu yöneltebiliyorsak “soru
sıfatıdır.” (Ne tür romanlardan hoşlanırsın?) (hangi tür)
c) Bir
ismin yerini tutmuşsa yani “ne” den sonra “ler” ekini getirebiliyorsak “soru
zamiridir.” (Bana ne(ler) aldın?)
d) Bağlaç
olan “ne” ise sözcük ya da sözcük gruplarını birbirine bağlar ,“ne…ne” olarak
kullanılabilir, cümleye olumsuzluk anlamı katar. (Ne ders çalışıyor ne okula
gidiyor)
Not: Bir cümlede “ne… ne” bağlacı kullanılmışsa yüklem
olumsuzluk eki almamalıdır; aksi taktirde bir anlatım bozukluğu yapılmış olur.;
98.
“En”
sözcüğünün birkaç istisnası dışında cümlede her zaman zarf olduğunu; (İçimizden
en adamı oydu: burada “en” sıfattır.) (en güzel şarkıyı o söylerdi: burada “en”
sıfatın zarfıdır);
99.
Cümledeki
yargı sayısının, çekimli eylemlerin, eylemsilerin ve ekeylem alarak yüklem
olmuş ad soylu sözcüklerin toplamı olduğunu (Bir şiir istersin içinde
benzetmeler olan, kusura bakma sevgilim heybemde sana benzeyecek kadar güzel
bir şey yok) (bu dizelerde altı çizili sözcük ya da sözcükler birer yargıdır
dolayısıyla burada toplam altı yargı vardır);
100.
“Betimlemenin
(tasvir etme)”, gözlemlerin okurun gözü önünde canlanacak biçimde olması
gerektiğini, bu anlatım biçiminde niteleme sıfatlarının, durum zarflarının
çokça kullanıldığını, bir yerin ya da bir kişinin genellikle dış görünüşünün
anlatıldığını, hareketin olmadığını, kısaca betimlemenin
sözcüklerle resim çizme işi olduğunu
(Adamın üzerinde açık mavi bir pardösü vardı.
Kirli ve biraz da eski bu pardösünün üzerindeki açık kırmızı ve temiz atkı bir
çelişki gibi görünüyordu.)
101.
“Öykülemede”
ise bir olay, bir hareket olduğunu
(Öğretmen sınıfa girdi, defteri
imzaladı, yerinden kalkarak dersi anlatmaya başladı….);
102.
“Açıklamada”
yazarın asıl amacının okuyucuyu bilgi sahibi yapmak olduğunu
103.
“Tartışmada”
ise yazarın okuyucunun var olan bilgilerini değiştirmeye çalıştığını, kökleşmiş
bir düşünceye karşı çıktığını ve okuyucuya kendi düşüncesini kabul ettirmeye
çalıştığını (Bizde şiir kesinlikle çevrilemez görüşü hakimdir. Bugün gidin
yazın alanında gelişmiş toplumların yazın tarihine bakın, sanatçıların önce bu işe
çeviriyle başladığını görürsünüz ayrıca orijinalinden daha güzel çevirileri
göreceksiniz orada. Bu da şiirin çevrilebileceğinin bir
kanıtı değil midir? )
104.
“Örnekleme”
nin sözü edilen soyut bir düşüncenin kafamızda daha iyi canlanması,
somutlaştırılması için başvurulan bir düşünceyi geliştirme yöntemi olduğunu;
105.
Tanık
göstermenin (alıntı yapma) ise yazarın düşüncesini daha inandırıcı kılmak için
sözünü ettiği konuda, alanında uzman birinin sözünü tırnak içerisinde olduğu
gibi alma olduğunu;
ÖĞRENMİŞ MİYDİNİZ?